Saturday, October 04, 2008

Living on a 'Mirror's Edge', Balancing on a Ledge

Başta Counter Strike olmak üzere ne Call of Duty, ne Medal of Honor, ne de Battlefield gibi savaşları konu alan FPS oyunlarına arkadaşlarım paso oynuyor olmasına rağmen hiç ısınamamışımdır. Getirdiği teknolojik özellikler ve biraz da Türk'lerin yönetiminin altında olan bir ekip tarafından geliştirilen bir oyun olduğu için Crysis'i oynamış ve FPS türüyle asıl haşır-neşirliğimi yaşamışımdır. Fakat bir FPS oyunundan asıl beklentim, her oyunda tekrar eden, elinde silah birinci kişi açısı ve adam öldürme misyonundan farklı bir türde oyundur. İşte bu oyunun adı, Mirror's Edge.
 
Mirror's Edge, Battlefield serisini geliştiren İsveç merkezli Electronic Arts bünyesinde bulunan DICE oyun stüdyosu tarafından geliştirilmekte olan FPS tabanlı bir aksiyon oyunu. Oyun piyasasına yeni bir tür kazandıracak bu oyunun yapılmasını sağlayan en büyük unsur, elbetteki Battlefield(1942,2142, Bad Company...)'ın getirdiği başarı. Battlefield o kadar çok makyaj yapılıp gelir elde etti ki demek, böyle yaratıcı bir çalışma için gerekli altyapı sağlandı.
 
Oyun, Faith adında halkın tüm bilgilerinin hükümet tarafından daha iyi bir yaşam bahanesiyle denetlendiği bir şehirde, gizli bilgileri gerekli yerlere ulaştırmakta görevli özgür bir koşucunun yaşamını ele almakta. Faith, aynı zamanda ailesini, onlar hükümete karşı protesto ederken kaybetmiş biri. Dolayısıyla sokakta büyümeye zorlanmış bir kız. Aynı zamanda suçsuz kız kardeşinin cinayet suçuyla neden hapse atıldığının cevabını da arayan ve onu kurtarmaya çalışan bir kahraman. Nitekim sonradan başı hükümetle iyice belaya girecek ve bir çok polisle çatışmak zorunda kalacak fakat bu çatışmalar sırasında bize yardım edecek Mercury adında gizemli bir yan karakter olacak. Sizin anlayacağınız, gizlik kavramının kalmadığı bir şehirde biz özgürce, çatıların arasında dolanan özgür bir kuş gibi biriyiz.

Oyunda genellikle beyaz ve mavi ton hakim. Dedim ya biraz önce çatıların arasında dolanıp, bina bina zıplıyoruz; tutunabileceğimiz yerlerde kırmızı ile boyanmış. Bu size oyunu basitleştirecek bir özellik gibi gözükse de, Mirror's Edge oyununda genellikle birilerinden kaçtığınız için arkanıza dönmek ve düşünmek için pek vaktimiz yok. Bu birilerinden kastım, hükümet tarafından görevlendirilmiş polisler. Oyun içinde de bize en sık bela açacak tiplemeler.
 
Dedik ya oyun yaratıcı bir tür; oyunda FPS kamerası kullanılıyor ama silah kavramını zora düştüğümüz zaman, düşmanlarımıza bir hamle yaparak kazanabiliyoruz. Bunun yanında malum, çevik ve sportif bir koşucuyuz, tırmanılması zor yerlere belli artistlikler yaparak çıkabiliyor, atlaması zor yerlere bir demirde salıncakta sallanır gibi yapıp, uçarak erişebiliyoruz. Oyundaki başka bir yenilik ise hiçbir gösterge ekranının yer almaması. Can göstergesi dahil. Ne düşünerek yaptıkları meçhul ama mantık çerçeveleri içinde olacaktır. Öyle ki videolardan gördüğüm kadarıyla polisler öyle sizi kurşun altına tutmuyorlar, savaş alanında değiliz sonuçta, bir askerden değil polisten bahsediyoruz. Anlayacağınız size yavaş ateş ediyorlar, kaçmak bir nebze daha kolay oluyor mermilerden.
 
Oyunda bir de bullet time'ın adı değişmiş versiyonu olan reaction time kullanılmakta. Bir yere atlarken kararsız kalır ve iyi bir atlayış gerçekleştirmek isterseniz, bu modu kullanabilirsiniz. İyi bir zıplama yapmak için atlama noktanızı da iyi belirlemeniz de bir o kadar önemli. Oyunda FPS kamera açısının, yani karakterin kendi gözünden oynanan açının kullanıldığını belirtmiştim. Fakat bu oyundaki kamera, diğer türdeki FPS'lere nazaran daha oynak. Oraya buraya zıplarken noraml hayatta da sabit durmaz değil mi kafa? İşte bu oyuna gerçekçilik katılması ve daha farklı bir oynanış sağlamak için bu dinamik kamera yerleştirilmiş. Oyunda ayrıca karakterimizin animasyonları da daha göz önünde. Bir yere zıplarken kollarını, tekme atarken bacağını, bir yere kollarının çapraz tutması gibi nice animasyonlar geliştirmişler.

Oyunda sadece Faith karakterinin yer almayacağını da belirtelim. Celeste, Mercury gibi farklı isme sahip koşucularda senaryoda yer alacakmış.
 
Oyunun yapımı içinse Unreal Engine 3 kullanılmaktaymış. Motorun Beast adlı ışıklandırma sistemi Mirror's Edge'in atmosferine daha iyi uyması için Illuminate Labs tarafından geliştirilmiş. Oyunda yer alan diğer özellikler, Unreal Engine'in orjinal parçalarından.
 
Basit ve sade bir oyun olacak Mirror's Edge. Fakat biz oyunseverlere farklı bir oyun deneyimi yaşatacağı kesin.

Crysis - Maximum Game

Yıl 2020...

İlk oyunu bitireli yaklaşık 7 ay olmuştu. Oyuna Prophet önderliğindeki Aztec, Nomad, Jester ve Physcho'dan oluşan raptor adında bir amerikan delta ekibini götüren uçakta, Teğmen Jake Dunn, kodadı Nomad ile başlıyorduk.
Oyunu satın almadan önce aylar öncesinden herkes biliyordu ki günümüzün en ileri grafik teknolojisine sahip oyunu oynayacaktık. Milyonlarca yazılmış kod, 85.000 shader ve 1 gb boyutunda doku arşivine sahip, DirectX 10'un asıl gücünü gösteren bir oyun.

Jester'ın bizi uyandırmasıyla kaskımızı takıyorduk. Kaskı takmamızla beraber ekrana gelen PDA arayüzü de insanı gaza getiriyordu. Adaya aslında Korelilerin kaçırmış olduğu bir grup arkeologu kurtarmak için gelmiş olsakta onların bizi fark etmesiyle Korelilerle savaşa girmiştik. Fakat oyun ilerledikçe adaya başka bir gücün de hakim olduğunu keşfediyorduk. Bir kaç bin ışık yolu uzaklıktaki bir galaksiden gelmiş uzaylı arkadaşlar. Uzaylılar o bildiğimiz elips kafalara sahip UFO'lardan ve Alien filmindeki uzaylılardan çok uçan ahtapolardı. Nitekim uzaylılar modellenirken ahtapotlar referans alınmış. Oyunun gelişmiş grafikleri bir yana; uçak, deniz motoru, tank ve araç kullanabiliyor olmamız oyunu daha da zevkli kılan unsurlardandı. Ve tabii ki nano giysimiz. Nano giysimizin ana fikri için Amerika'nın 2020 yılı için planladığı kıyafet temel alınmış. Giymekte olduğumuz bu kıyafet, aslında milyon dolarlık nano teknoloji harikası bir şaheser. Çoğu zaman 15-20 kişilik Kore gruplarıyla çatışmakta olduğumuz için bu giysinni önemi büyük. Özel Amerikan birliğinde yer alan bir teğmeni oynamanın keyfi de burada zaten. Giysimiz kurşun geçirmez, sınırlı süre için görünmez olabiliyor ve nano makineler aracılığıyla insanüstü güç ve hıza sahip olabiliyoruz. Oyunun keyfi kaçmaması için tabii ki hepsinin kullanımı sınırlı, mantıken de doğru olan bu. Silahlar sınırlı olmasına rağmen bu oyun için yeterliydi. Uçak ve tankları patlatabilmek için roketatar, normal asker düşmanlar için sıradan tüfekler, veya taramı, uzayşılar için ya özel bir uzaylı silahı (ki bir bölüm için sadece) ya da gauss silahı etkili oluyordu. Silahımızı modifiye de edebiliyorduk ki bu onları daha kullanışlı kılıyordu. Bomba ve türevleri de oyuna dahildi tabii ki.

Oyunun senaryo kısmı, adam öldürmeye oranla geri planda kalıyordu. Çoğunlukla amaç, belli bir noktaya gidip etrafı temizlemek. Fakat telsiz konuşmalarında geçen küfürler, oyundan bayaa zevk almanızı sağlıyordu. Etrafanızı bir uzaylı kümesi çevirmişken sadece kaderin bir cilvesi demek elbette komik olurdu. Senaryo geri kalıyordu kalmasına ama oyunun son bölümünde adaya uzak bir amerikan gemisinde önce ki bölümlerin tek düze olan aksiyonunun acısını çıkarıyordunuz. Son uzaylıyı gebertirken hele nükleer silah kullanma fikri gerçekten yaratıcıymuş. Tabii son uzaylı dediğime bakmayın. Bizim binbaşı, bir bilimadamı (kadını kadını) olan Helena'yı dinlemiyor ve bizim şu meşhur adayı pentagon izniyle patlatınca uzaylıların enerjisi kat be kat artıp okyanustan dünyanın diğer kısmına, ele geçirme amacıyla göç ediyorlar. Oyun, ada için gönderilen filodan bir tek Physco, Prophet, Helena ve Nomad'in sağ kalması ve Helena tarafından Japon gemilerinin geldiği tespit edilmişken Nomad'in 'artık onları nasıl yeneceğimizi öğrendik, savaşa devam etmeliyiz' sözleri ile sona eriyordu.

İlk oyunun sıradışı fps oynanışı, gelişmiş grafik ve etkileyici fiziklerine rağmen yapay zekaları hiçte bahsedildiği gibiydi. Oyunun bir çok yerinde çömezliyor, hamallaşabiliyordu bu sistem. Grafiklere de değinmişken; 3 gb ram, 3.00 Ghz, intel core 2 quad q6600 ve 2xnVidia 8800 GTX ekran kartıma rağmen tüm ayalar 'very high' da fakat anti-aliasing kapalıyken 30-40 fps (frame per second) ile oynayabilmiştim.

Şimdi Crysis 2 nerede geçecek, özellikleri neler olacak diye farklı bir oyun beklerken (Cevat Yerli, oyunun 3 seriden oluşacağını söyledi) Crytek'ten Crysis: Warhead açıklaması geldi. Warhead, ilk Crysis ile paralel konuyu ele almakta fakat adanın diğer kısmında geçmekte olan ve bu sefer daha çılgın bir asker olan, her daim giysininin özelliklerini daha manyak bir biçimde kullanan Çavuş 'Physcho' Sykes'ın kontrolü ile geçmekte.

Oyunun fizikleri için normalde CryEngine 2'nin bir kütüphanesi olan CryPhysics kullanılmışken bu paket için nVidia Physx fizik motoru tercih edilmiş ve daha başarılı bir sonuç ortaya çıkmış. Üstelik bu oyunda yapay zekalar geliştirilmiş ve daha bir optimizasyon sağladıkları rivayet edilmekte (yalan). Warhead, daha kısa sürmesine rağmen oyuna eklenen yeni özelliklerle eski Crysis oyuncuları için farklı bir deneyim yaşanmasını sağlamış: Oyundaki iki bölümde iki farklı yeni araç kullanıyorsunuz (Hovercraft ve ASV zırhlı araç) ve iki farklı silah da oyuna dahil edilmiş. Biri kendinizi matrix'te hissetmenizi sağlayan AY69, diğeri ise gauss silahının işlevini gören FGL40. Oyun kısa sürmesine rağmen, hele ki sonu beni hayal kırıklığına uğratmış olmasına rağmen, dedim ya Physcho daha deli-dolu biri; bilhassa oyunun ara videolarında Nomad'e oranla çok daha deli-dolu, atraksiyonlu dakikalar geçiriyorsunuz.